TURGUT ÇELİK

TURGUT ÇELİK


Düzmece mektubu sahiplenmek

06 Ekim 2018 - 01:38

Düzmece Mektubu Sahiplenmek, Atatürk’ü Yıpratmanın Öteki Adıdır

Başlığıyla ilgi çeken bir haber:

“Galatasaraylıları gururlandıran mektup” (1)

87 sözcükten oluşan bu haber, son cümlesi ile “Kendin pişir kendin ye!” misali “kendi haberini kendin yalanla”ya ne de uygun:

“… Soyadı Kanunu'nun 1935'te yürürlüğe girmesine karşın, mektubun tarihinin 1930 olması ise tartışmaları beraberinde getirdi.”

(Yüklemin “getirdi” olması, “tartışmalar”a örnek olmaması, haberin nasıl bir “beceri” ürünü olduğunu da gösteriyor. Yüklem “getirecek” olsaydı, haber, içeriğindeki “yavanlık”a karşın, bir ölçüde elle tutulur olurdu. Bir başkası, “1930”  “yıl"dır. 18 Aralık 1930  ya da  Aralık 1930 ise “tarih"tir.)

Yıllar niye anımsatılıyor?

Mektup denen “kâğıt parçası”nın düzmece olduğunu… Çünkü mektubun yazıldığı iddia edilen kişinin soyadı var; Atatürk, ona soyadıyla sesleniyor. Oysa, anımsatma da bunu gösteriyor, “Soyadı Kanunu'nun 1935'te yürürlüğe girmesin”den önce soyadı yoktu.

Böyle bir düzmece mektubu gerçek diye sunmak, hangi mantıkla bağdaşır?

*****

“Galatasaraylıları gururlandıran mektup” başlıklı haberin son cümlesi dışında kalanı şöyle:

“18 Aralık 1930 tarihli ve T.C Reis-i Cumhurluğu Özel Kalem Müdürlüğü’nün mührünü taşıyan mektupta Atatürk'ün Gazi M. Kemal imzası yer alıyor. Fethi İsfendiyaroğlu'na yazılan mektupta Atatürk, ‘Benim de gönül verdiğim kulübün’ ifadesi yer alıyor. Galatasaray’da yöneticilik yaparken bu mektubu fark eden Sedat Doğan, bu mektubun bir koleksiyoncuda olduğunu fark edip satın almak istemiş ancak bu satış mektubun fiyatı yüzünden gerçekleşmemişti. Sedat Doğan bu mektubu dün paylaştı.”

Haberin anlatımına bakalım:

Son cümle, düzmeciliği ortaya koymasına karşın mektup, gerçek kabul ediliyor.

O zaman son cümleye ne gerek vardı?

“Mektubun bir koleksiyoncuda olduğunu fark eden” kim?

Ünal Aysal’ın başkanlığındaki yönetim kurulu üyesi olan (2011 – 2014) ve “mektubu fiyatı yüzünden” satın alamayan Sedat Doğan. O yılları fiyatı yüksek diye alamadığı mektubu birkaç gün önce paylaştı.

Paylaştı da ne oldu?

Gerçek denenin düzmece olduğu “ayna gibi” ortaya çıktı.

Yılların ne anlattığına, anlatımın günün koşullarına uymamasına, anlatımdaki “basitlik”e bakmayanlar, övgüde/ gururlanmada birleştiler. Anlayanlardan kimileri de veryansın ettiler.

Bu “düzmece” mektubunun üstüne atlayınca olunca, aynı kesimde yazan Murat Bardakçı (2), mektubun biçimselliğine bakarak, görmeyen gözlere, anlamayan kafalara, düzmeciliği iyice soktu mu, bilemeyiz!

Murat Bardakçı’nın yazısında saptadığı, 1930 Türkiyesinde olan/ olmayanlar:

1930’da “T.C. Reisicumhurluğu” diye bir makam yoktur; o makam, “Türkiye Cumhuriyeti Riyaseti” ya da  “T.C. Riyaseti”dir.

“Özel Kalem Müdürlüğü” yoktur, “Kalem-i Mahsus Müdürlüğü” ya da “Kalem-i Mahsus Müdüriyeti” vardır; “Kalem-i Mahsus” yerine “Özel Kalem” sözünün kullanılması sonraki yıllardadır.

O yılların resmî evrakında “sayı” yok, “numara” ya da “adet” sözleri var.

Soyadı Kanunu 1935’te yürürlüğe girdiği için 1930’da Galatasaray Lisesi’nin müdürü olan kişiye seslenme, “Fethi İsfendiyaroğlu” değil, “Fethi Bey”dir.

*****

“Bu düzmece mektup hakkında söylenebilecek daha çok şey bulunmasına rağmen” diyen Murat Bardakçı’nın dediklerine katkı olması bakımından biz de birkaç söz söyleyelim:

Düzmece mektup 18.12.1930 tarihini taşıyor; ziyaret tarihi ise  03.12.1930…(3)

"Reisicumhur Gazi Hz. (…) Galatasaray Lisesi'ni teşrif ettiler.(...) Galatasaray Lisesi'nde kütüphanenin hatıra defterini imzaladılar.”

Üslup bakımından devlet terbiyesine uymayan düzmece mektup, dil açısından günün koşullarına da uygun değil.

İlkin “özel” sözcüğü, ardından “Sayın Fethi İsfendiyaroğlu” seslenişi, daha başta düzmeciliği ele veriyor. Soyadı Yasası 1935’te yürülüğe girdiği için “İsfendiyaroğlu”, ancak “Bey” ya da “Beyefendi” olabilir.

Kanıtı mı?

İşte Galatasaray Müzesi’nde yere alan, ama Murat Bardakçı’nın, “Mektubun metni ‘gerçek’ ama müzeye konan nüsha taklit, belgenin altındaki ‘Mustafa Kemal’ imzası ise tamamen uydurma” dediği belgede!

Mektubun düzmece oluşunu kanıtlayan bir başka belge de, Mustafa Kemal Atatürk’ün 0 5 Haziran 1932’de Fenerbahçe Kulübü’nü ziyareti sırasında, hatıra defterine yazdığı şu satırlar:

"Fenerbahçe Kulübü’nün her tarafa mazhar-i takdir olmuş bulunan asari mesaisini işitmis ve bu kulübü ziyaret ve erbab-ı himmeti tebrik etmeyi vazife edinmiştim. Bu vazifenin ifası ancak bugün müyesser olabilmiştir. Takdirat ve tebrikatımı buraya kayd ile mübahiyim.”

O zamanın dili bu!

Sözde mektupta geçen “ilgi”, “alâka” bir arada kullanıldığı zaman dil yanlışıdır. Günümüzde, dilin inceliklerinden uzak, konuşmayı ve yazı yazmayı laf ebeliği sananların benimsedikleri bir tutumdur bu.

(Kutadgu Bilig’de “engel, mania” anlamında “ilgü” sözcüğü vardır. Dil devriminde sonra “ilgi” sözcüğü, “alâka, münasebet” anlamında kullanılmıştır; Cep Kılavuzu’nda da yer alır.)

“Katkı”, kuşku”, “sayın”, “özel”, “değerlendirmek”, “sunmak”, “başarı”, “dilemek”, “iletmek”, sözü edilen yılın yazı dilinin sözcükleri değildir.

“Büyük fotoğrafı müzede, küçük fotoğrafı lisede değerlendirirsiniz” cümlesindeki “öneri”, mektubu düzenleyenin “fikir fukarası” olduğunu gösterir.

(O yıllarda müze, lisenin içinde…)

*****

Yazı dili ne zaman değişmeye başladı?

Sorunun yanıtı, o günün ve sonrasının dil anlayışını ortaya koyacaktır.

12 Temmuz 1932’de Atatürk’ün buyruğuyla, sonradan Türk Dil Kurumu adını alacak Türk Dili Tetkik Cemiyeti kurulur (4)

Atatürk neyi amaçlıyordu?

Dilimizin özleşmesini, yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarılmasını… Bunu da Sadri Maksudi Arsal’ın Türk Dili İçin adlı çalışmasına özel olarak yazdığı şu satırlarda (1930, sayfa:1) buluruz: (5)

Türk Dil Kurumu’nun kurulmasından sonra, dilimizin “özüne dönmesi” için yoğun bir çalışma başlar. Halk ağzından derlemeler, yazılı kaynaklarımızdan taramalar yapılır; ortaya Derleme Sözlüğü, Tarama Sözlüğü çıkar.

Ayrıca, 1935’te "Osmanlıcadan Türkçeye Cep Kılavuzu", "Türkçeden Osmanlıcaya Cep Kılavuzları" yayımlandı.

(“Bu ciltlerde genel yönetmen Atatürk, uygulayıcı Falih Rıfkı Atay’dı. Böyle olmakla birlikte, Atatürk, onaylanan yeni sözcükleri birkaç kez gözden geçirir, kendi keskin “anadili duygusu” ile yeni onarımlar yapardı. Örneğin Osmanlıca zait, nakıs’a karşılık olarak, Falih Rıfkı’nın da katılmasıyla önce arta, ekse sözcükleri kondu, sonra Atatürk tek başına bunları, artı, eksi’ye çevirdi.” A. Dilaçar, Türk Dil, sayı: 302, 1976)

*****

Sona Doğru…

Biri nemalanmak için böyle bir yola gitmiş. Burada üzerinde durulması gereken, düzmece mektuba sahip çıkılıp çıkılmamasıdır.

Atatürk’ü sahiplenmek, güzel bir davranış. Ama öyle kuru kuruya sahiplenmek yetmez, önemli olan, onun ilke ve düşünceleri doğrultusunda gitmektir. Bu da öyle “laf”la değil, eylemle olur.

Yani?

Düzmece mektubu sahiplenmek, Atatürk’ü yıpratmanın öteki adıdır.

Atatürk’un şu ya da bu kulüp yandaşı olup olması hiç mi hiç önemli değil. Atatürk, ziyaret ettiği yerlerde yaptığı konuşma ya da ziyaret defterine yazdıklarıyla gönendirici sözler söylemiş/ yazmıştır. Bugün herhangi bir kuruma/ yere giden, oralarda Atatürk’ün, o kurum/ o yerin mensuplarıyla ilgili “veciz” sözlerini bulur.

En iyisi, sözlerimizi bağlamak için, Ağustos 1929’a gitmek…

Son söz:

“Beni görmek demek, mutlaka yüzümü görmek değildir. Benim düşüncelerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu yeterlidir.”

AÇIKLAMALAR:

(1) http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/futbol/1100455/Galatasaraylilari_gururlandiran_mektup.html …

(2) https://www.haberturk.com/yazarlar/murat-bardakci/2165398-galatasaray-ve-mustafa-kemal-hakkinda-bir-baska-sahte-belge

(3) https://www.galatasaray.org/s/ataturk-ve-galatasaray/20

(4) “Türk Dili Tetkik Cemiyeti” adı, II. Türk Dil Kurultayı’nda (1934) “Türk Dili Araştırma Kurumu”na, III. Türk Dil Kurultayı’nda (1936) bu ad da “Türk Dil Kurumu”na çevrilmiştir.

 (5) “Ulusal duygu ile dil arasındaki bağ çok güçlüdür. dilin ulusal olması, ulusal duygunun gelişmesinde başlıca etkendir. Türk dili, dillerin en zenginlerindendir; yeter ki bu dil bilinçle işlensin.

Ülkesini, yüksek bağımsızlığını korumasını bilen Türk ulusu, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.” (Günümüzün diliyle.)

YORUMLAR

  • 0 Yorum