Uzay Gökerman'dan yeni kitap

Tüm Fenerbahçelilerin canını yakan bu büyük kumpasa dair o tarihlerde herkes bir şeyler yaparken kuşkusuz bende boş duramazdım. 3 Temmuz olmasaydı bu roman çok daha önce yazılacaktı. 3 Temmuz aynı zamanda benim spor yazarlığında farklı bir yola girmeme neden olan kırılımlardan biridir.

Uzay Gökerman'dan yeni kitap
13 Eylül 2017 - 00:31

Bugün spordan, Fenerbahçe’den farklı bir gündemle bir araya geldik. Uzay, yeni kitabın çıktı, hayırlı olsun. Biz seni aslında “3 Temmuz ve Fenerbahçe İdeolojisi” kitabınla biliyorduk, bu sefer roman yazdın. Biraz bunu konuşalım.

Teşekkür ederim Altan. Şöyle başlayalım istersen. İlk kitabım olan Adalar ve Kıtalar’ı 2009’da çıkardığımda peşinden bir roman yazmayı planlıyordum. 2000 yılından itibaren üç roman denemem olmuş ancak bir türlü istediğim kurguyu sağlayamamıştım. Çok yakın bir büyüyüm “neden öykü ile başlamıyorsun?” diye sorduğunda kafamda bir kitap belirmiş, sonrasında Adalar ve Kıtalar çıkmıştı.

Yanılmıyorsam Milliyet.com.tr’de de o tarihlerde spor yazarlığı yapmaya başladın?

Evet. Yazarlar hep aynı şeyleri söylerler, bende söylüyorum, bildim bileli yazmışımdır. İşyerlerinde halı saha turnuvaları yapardık, ben ertesi gün internette basit gazeteler yapar, maçla ilgili köşe yazıları yazar, yaptığımız maçları yorumlardım. Esprili bir şey olur, hatta herkes nasıl oynadığını oradan takip ederdi. İnternetin olmadığı yıllarda posta yoluyla, faxla etrafa maç yorumu göndermişliğim vardır. Bu beni Milliyet.com.tr’ye kadar getirdi.

3 Temmuz ve Fenerbahçe İdeolojisi…

Tüm Fenerbahçelilerin canını yakan bu büyük kumpasa dair o tarihlerde herkes bir şeyler yaparken kuşkusuz bende boş duramazdım. 3 Temmuz olmasaydı bu roman çok daha önce yazılacaktı. 3 Temmuz aynı zamanda benim spor yazarlığında farklı bir yola girmeme neden olan kırılımlardan biridir. Öncesinde takımlara ait maç yorumları yapardım. Bursaspor’un şampiyon olduğu sene Bursaspor’a ait bir çok yazardan daha fazla maç yazım vardır. Sonrasında tüm zaman, süreç, dava ve Fenerbahçe ile doldu. Kuşkusuz peşinden de kitap geldi.

Bir çok kişi bu kitabın devamını bekledi.

En az iki kitaplık yazı biriktirdim. Ancak bu konuda başkalarının yazması gerektiğini düşünüyorum.

Gamzeda’ya nasıl sıra geldi?

Dört sene önce bir akrabamın evinde Osmanlıca-Türkçe sözlüğü karıştırıyordum. Orada ilk kelime olarak gördüm. Anlamını çok sevdim.

Ne demek Gamzeda?

İki anlamı var; ilki gamlı, tasalı kaygılanmış demek. İkinci anlamı çok daha güzel; gam dağıtan, keder gideren. İlk öykü kitabımdaki küçük öykülerin içinde bir karakter yaratmıştım. Çok az kişi ama okuyanlar bilir. Yıllardır onu bir romanın içine yerleştirmeye uğraşıyordum. Sözlük anlamı karakterin ismiyle birleşti. O sıralar Milliyet.com.tr’de Gamzeda’ya mektuplar diye köşe yazıları yazdım. Ancak romanın yazılması geçen sene başladı ve tamamlandı.

Ne anlatıyorsun?

Romanda gençliklerini 1970’li, 80’li ve 90’lı yıllarda yaşamış üç kuşak var. Kadın erkek ilişkilerini şekillendiren ortamı ve bunu insanların nasıl etkilediğini göstermeye çalışıyorum. Arka kapak yazısını yazan kardeşim Erşan Gökerman bunu şöyle ifade etti, benim de hoşuma gitti, izin verirsen okumak istiyorum.

“Bitmek üzere olan evliliğinin ve gün geçtikçe zorlaşan iş hayatının sorunlarıyla boğuşan mühendis Tayfun, hiç ummadığı bir anda, genç, güzel ve hayat dolu bir kadınla karşılaşır. Kendisiyle ortak zevkleri kadar pek çok farklı yanı da olan ‘Gamzeda’ yıllardır unutmuş olduğu duygularını ortaya çıkaran sihirli bir dokunuş ve hızla girer yaşamına; ancak her ikisinin de yüzleşmek zorunda kalacağı gerçekler vardır.”

Sende mühendissin değil mi?

Evet. Türkiye’de son yıllarda inşaat motor güç haline geldi ve orada yaşayan insanların sorunları, iş ilişkilerini aslında yaşıyoruz ama okumuyoruz. Orada neler olup bitiyor bilmek gerekiyor.

Kitabın kapağı da güzel olmuş.

Kapağın görselini caz sanatçısı Dolunay Obruk yaptı. Onun bir çok meziyeti var ancak ben onu müziklerini dinlerken tanıdığım için böyle tanımlamayı doğru buluyorum. Sonradan öğrendim ki bir çok kitabın kapak tasarımı yapmış.

Kapakta bir gece mavisi ve sarı tonlar var.

Şöyle bir ipucu vereyim; Gamzeda Fenerbahçe’yi çok seven genç bir kadın. Roman çok önemli iki tarih olan 20 Eylül 2011 ile 12 Mayıs 2012 tarihleri arasında geçiyor.

Nasıl kitap haline geldi? Türkiye’de kitap yayınlatmak başlı başına mesele değil mi? Benim de tecrübelerim var, biliyorum.

Dünyayı bilemem ama ülkemiz bu anlamda aşılması çok zor güçlüklerle dolu. Sohbetin başında söz ettim, üç roman yazdım diye… Onlara hiçbir yayın evi yüz vermedi. Yayınevlerinde karşısına çıkan ilk soru şu oluyor; “bize anlatın insanlar bu kitabı neden okusunlar?” Bir çok ünlü yazar da bu soruyla karşı karşıya kalmıştır. Bu böyle… Ben tüm işimi kendim yaparım, tüm hayatım böyledir. Cinius Yayınevini 2007’de tesadüfen bir gazete haberinde gördüm. İki sene araştırdım. Sosyal Yayınlar’ın ikinci kuşağı olduğunu öğrenince ilk kitabım için onlarla temas kurdum. Kitaplarımın tüm baskı maliyetleri tarafımdan karşılanıyor.

Geri dönüşü oluyor mu?

Adalar ve Kıtalar’ın olmadı. 3 Temmuz ve Fenerbahçe İdeolojisi ancak masraflarını çıkardı, diyebilirim. Hiç kolay değil Altan.

Dağıtım?

O başlı başına bir dert. Türkiye’de kitap denilince akla D&R geliyor. Oraya giremediğinizde kitaplarınız satılmıyor. D&R da bu anlamda belki de haklı olarak çok seçici davranıyor. Çünkü bir taraftan da sürekli kitap basılıyor ve herkes de o raflara çıkmak istiyor. Biraz şansı ve çevresi olan bu zinciri kırıyor ama bizim gibi kitabın basımından, kapağına, dağıtımına, tanıtımına varıncaya kadar tek başına ilgilenmek zorunda olanlar için iş hiç de kolay değil. Çok sevdiğim Oğuz Atay’dan bir alıntı yapacağım, “ben buradayım sevgili okuyucum, sen neredesin acaba?” Gamzeda’yı okuyun, çok seveceksiniz.

YORUMLAR

  • 0 Yorum