TURGUT ÇELİK

TURGUT ÇELİK


Fenerbahçe, Sivas'ta ne mi yapar, ne mi yapmalı?

18 Ekim 2018 - 22:40

İlk soru, iki farklı anlama götürür bizi:

“Yener”, “yenemez”…

(Bunu dallandırmak, renklendirmek isteyenler olabilir:

“Çok şey yapar.”, “Hiçbir şey yapamaz.”, “Öncekiler gibi oynar.”, “Milli maç arası iyi gelmiştir, coşar.”,…)

İlki, “eylemin belirttiği işin, oluşun, her zaman yapıldığını, her zaman yapılacağını ya da her zaman yapılmakta olduğunu”, ikincisi bunun tersini/ olumsuzunu belirtir.

“Yenen” diyenin de “yenemez” diyenin de kendine göre gerekçeleri vardır. Şu ana kadar Süper Lig’de oynanan 8 maça bakan, maçların, bitenler gibi olacağını düşündüğü gibi, farklı olacağını da kendince kanıtlamaya çalışır.

Sonuç?

Birinden birini haklı çıkarır!

Bizim, öyle “yener”, “yenemez” gibi yaklaşımımız yok. Başlıktaki sorunun ilk bölümünü sahiplenenler, tartışadursun…

*****

Bizim için “Ne yapmalı?” önemli.

“Yapmak” eyleminin gereklik kipi,“eylemin belirttiği oluşun yapılması, yerine getirilmesi gerektiğini” belirtir.

Demek ki, Fenerbahçe için  asıl olan, “yerine getirilmesi gereken”…

O da ne olmalı?

Sivas’ta “sazı” ele almak… 

Hiç güçlük çekmeden, kolaylıkla; rakip direndiği zamanlarda da çatır çatır oynamak, 3 puanı “hane”ye yazdırmak…

Yani?

“Sivas illerinde türküm çalınır” sizin yörenizin türküsü, “saz”ı siz çalın biz de kendi kendimize oynayalım, eğlenelim gibisinden değil!

“Sazı” ele geçiren Fenerbahçe, Sivas’tan eli dolu dönmeli. İş bittikten sonra “saz”, varsın başkasında kalsın, ne yazar?

(Futbolcuların sadece medyaya konuştukları zaman çeneleri çalışmalı… Yaşananlardan sonra, bir arada oldukları yerlerde ya da başkalarının yanında konuşmamalı ya da futbolculuktaki ilk yıllarını asker anısı gibi anlatmalı… Soru nasıl olursa olsun, politikacı gibi, işlerine gelen konulara dalmalı, kafa  bulmalı. Bu durumda çene, çok kuvvetli olmalı… Çenesi kuvvetli olmayan, susmalı, kafa sallamalı… Sahaya gelince, çenelerini değil, ayaklarını, yerine göre kafalarını konuşturmalı… Onlar için en güzel ve etkili, alkış getiren konuşma, ayakla ve kafayla yapılanıdır; bu, hiçbir zaman unutulmamalı…)

*****

Sahaya çıkana kadar neler yapılmalı?

Yine geldik mi “eylemin belirttiği oluşun yapılması, yerine getirilmesi gerektiğini”ne?

Yönetimden başlayalım, Cocu’ya gelelim. 

(Taraftar, şimdilik maç gününü iple çeksin; maçtan sonra konuşulmalı… Taraftarın ne yaptığından giderek, yaptığı övülmeli ya da ne olması gerektiği üzerinde durulmalı…)

Yönetim, kuşkusuz Başkan Ali Koç, özellikle geçen günlerdeki dağınıklığı giderme ve toparlama göreviyle yükümlüdür. Çünkü olumlu gidişte de olumsuz gidişte de “fatura” Ali Bey’e kesilecektir.

Ali Bey, bir düşünüp iki konuşanlardan değil, iki düşünüp bir konuşanlardan olmalıdır. 

(Geçen günlerdeki konuşması, örneklemeleri, dayandığı tanıklar, herkesin “Bir Bilen”i farklı olduğu için, doğal olarak olumlu/ olumsuz eleştiriyi gerektirdi.

Yöneticiler, yerine göre sevinmeli/ üzülmeli…

Sadece başarılarda değil, yenilgilerde de öne çıkmalı…

Sevinçte ve tasada birlikte olunmalı…)

“Ne yapmalı?”nın için ikinci sırada Comolli’yi bekleyenler, bekleyedursun!

*****

Gelelim Cocu’ya…

Cocu’nun asıl görevi, ilk düdük çaldıktan sonra başlıyor; o ana kadar, “ip”ler Cocu’da olmayabilir. Bizimkisi bir olasılık, ama düdük çaldıktan sonra olasılık molasılık kendiliğinden ortadan kalkıyor.

“Ne yapmalı?” Cocu?

Her şey, soyunma odasında “taktik tahtası”nda yazıldığı gibi olmayabilir.

Aksayan oyuncu varsa, maçının dakikasına bakmadan değişikliğe gitmeli.

Belirlediği ilk “taktik” yürümüyorsa hemen ötekilerine geçmeli; o da olmuyorsa, o ana uygun olanı anında bulmalı…

(Cocu, deneye deneye bir “sistem” oturtacaktır kuşkusuz. Maçın havasına, gidişine, skoruna, rakibin gücüne göre “taktik” belirlemek onun işi. Cocu, futbolcularını da dinlemeli ama onları konuştuklarına bin pişman etmemeli…)

Cocu, yedek kulübesini “protokol tribünü” sanmamalı…

Başka ne yapmalı?

Sorunun “genetik yapısı”yla oynanmış gibi yanıtlayalım:

Sonuca bakanlar, Cocu’yu ne yerin dibine batırmalı ne de göklere çıkarmalı…

*****

Sona doğru…

Fenerbahçe dendi mi rakiplere bir “iştah” gelir ki sormayın…

Fenerbahçe’den koparılacak, bazen “vur eline, al” türünden kolayca, bazen de “el yardımı”yla (organ olan “el” değil) alınacak puanlar, bir ömre bedel… Sonraları görülüyor ki, bunlar, o kadar emekle kazanılanlar, “haydan gelen huya giden” gibi oluyor!

Cocu, rakiplerin Fenerbahçe’ye karşı nasıl bilendiklerini, ona göre oynadıklarını bu dokuzunca maçta ilk düdük çalmadan artık anlamış olmalıdır!

Eylemlerin sonuna getirdiğimiz “malı”, “meli” ekleri, yüklemlerin “vazgeçilmez eki” oldu.

Lafı nereye mi getirmeli sonunda?

Son söz:

Fenerbahçe, dün olumsuz gidişlerde sevinenleri değil üzülenleri bugün üzmemeli...

YORUMLAR

  • 0 Yorum